Kategori: <span>Psikoloji, Felsefe ve Din İlişkisi</span>

Adler’e Göre Aşağılık Hissi ve Tek Tanrılı Dinler Açısından Aşkın Bir Güce Sığınma İhtiyacı

Psikolojide “Aşağılık Kompleksi” kavramını ortaya koyan Alfred Adler, insanoğlunu içindeki aşağılık hislerini yenmeye ve güçlü olmaya karşı kuvvetli bir istek barından bir canlı olarak nitelendirmiş, gelişmeye yönelik motivasyonun kaynağının ise aşağılık ve yetersizlik hisleri olduğunu belirtmiştir. Bireyi geliştirdiği gibi toplumun da gelişmesini sağlayan aşağılık hislerinin, olumlu etkilerinin bulunduğuna, bireyleri başarılı ve üstün olabilmek için çabalamaya yönelttiğine önceki bölümde değinilmişti. Tek tanrılı dinlerin de, insanların kendilerini aciz ve güçsüz hissettikleri durumdaki hallerine kutsal kitaplarda vurgu yaptığı görülmektedir. Bir taraftan zorluklar karşısında kendi aczine şahitlik eden insan, bir taraftan da bu durumdan kurtulup rahata ve huzura kavuşabilmek için aşkın bir varlığa sığınmaya ihtiyaç duyar. Acziyetini kavrayan birey, zayıf ve yardıma muhtaç halde hissederken kendisini sorgulamaya ve hatalarının farkına varmaya daha açık olur, zorlukların üstesinden gelebilmek için Tanrı’ya yönelir, tövbe ederek bağışlanma diler. Tek tanrılı dinler açısından tövbe eden bir bireyin kurtuluşu, Yaratıcısı’nın üstünlüğünü ve gücünü takdir etmeyle, hatalarından sıyrılarak hayra ve barışa yönelik salih amellerde bulunmayla sağlanabilir. Alfred Adler’in psikoterapi ekolü olan “Bireysel Psikoloji”, bir bireyin aşağı pozisyondan kurtulma, eksiden artıya doğru ilerleme sürecini, aşağılık duygularının motivasyonu sonucu ortaya koyacağı çabayla açıklarken, buna oldukça benzer bir süreci tövbe eden, hatalarından sıyrılıp, Tanrı’nın rızasını kazanabilmek ve kendisini affettirebilmek için hayra ve barışa yönelik işler yapmaya çalışan bir bireyde de gözlemleyebilmek mümkündür.

Aşağılık duygusunu yenerek daha güvenli ve güçlü bir konuma geçmek isteyen insanın, Tanrı’ya yönelerek yardım istemesinin dini karşılığı olan ‘dua’ sözcüğü, çağırmak, seslenmek, istemek, yardım talep etmek gibi anlamlara gelmektedir. İslam inancı, aşağılık duyguları hisseden, aciz ve yetersiz olduğunu düşünen bireylere bu duygu ile başa çıkabilmek için Tanrı’ya yönelmeyi, duayla, sabırla ve namaz kılarak Tanrı’dan yardım dilemeyi, ne olursa olsun, hiçbir surette umutsuzluğa kapılmamayı öğütlemektedir. Duanın birey üzerindeki fonksiyonu psikolojik manada bir rahatlama, huzur ve gönül tatmini doğurmasıdır. Duanın birey ile Tanrı arasında herhangi bir aracı bulunmadan direk olarak yapılıyor olması, bireyin Tanrı’yı her an yanında hissetmesini, baş edilmesi güç durumlar ve zorluklar karşısında Tanrı’nın güven vermesini sağlar. Bu sebeple dua etmek ruhsal tatmin ve zihinsel rahatlama açısından oldukça önemli bir ibadettir. Yeni Ahit’te duanın önemi vurgulandığı gibi, Kur’an’da da pek çok ayette duanın öneminden bahsedilmektedir.

 

17- durmadan dua edin;
18- her şeyde şükredin; çünkü Mesih İsada sizin için Allahın iradesi budur. (Yeni Ahit, I Selanikliler (5): 17-18.)

 

153- Ey iman edenler! Sabrederek ve namaz kılarak Allah’tan yardım dileyin. Şüphe yok ki, Allah sabredenlerle beraberdir.
186- Kullarım, beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten ben (onlara çok) yakınım. Bana dua edince, dua edenin duasına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için benim davetime uysunlar, bana iman etsinler. (Kur’an, Bakara 2/ 153, 186.)

77- (Ey Muhammed!) De ki: “Duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin! Siz yalanladınız. Öyle ise azap yakanızı bırakmayacak.” (Kur’an, Furkan 25/ 77.)

87- “Ey oğullarım! Gidin Yûsuf’u ve kardeşini araştırın. Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü kâfirler topluluğundan başkası Allah’ın rahmetinden ümidini kesmez.” (Kur’an, Yusuf 42/ 87.)

 

İnsanın aşkın varlığa olan ihtiyacının en fazla hissedildiği bazı durumlara örnek olarak, fiziksel gücün, maddi imkânların ya da beşeri özelliklerin yetmediği anları, tabi afet gibi felaketleri gösterebiliriz. Öyle ki en sınır tanımaz, en azgın kişiler dahi beşeri imkânların yetmediği, ölümle karşı karşıya kalınan durumlar karşısında çareyi, tereddütsüz şekilde gücü her şeye yeten, dilediği takdirde tüm zorluk ve sıkıntıları ortadan kaldırabilecek ve kişiyi dilediği şekilde nimetlendirebilecek olan aşkın varlığa sığınmakta bulurlar. Kutsal kitaplarda kıyamet günü geldiğinde insanların acziyet duygusuyla yaşadıkları panik hali, böyle bir durum karşısındaki en bariz örnek olarak gösterilebilir. Ayrıca denizin ortasında dev dalgalar arasında kaldıklarında ölümle yüz yüze gelen insanların yakarışını konu alan bir Kur’an ayeti de, duruma dikkat çeken farklı bir örnek olarak verilebilir.

 

33- Sakının, uyanık durun, dua edin; zira o vakit ne zamandır bilmezsiniz.
34- Bu, gurbete giden ve evini bırakıp hizmetçilerine salâhiyet ve her birine işini veren bir adam gibidir ki, kapıcıya da uyanık durmasını emretti.
35- İmdi, uyanık durun; çünkü ev sahibi ne vakit gelecek, akşamlayın mı, gece yarısında mı, horoz öttüğü zaman mı, sabahlayın mı bilmezsiniz.
36- Yoksa apansız gelip sizi uykuda bulur. (Yeni Ahit, Markos (13): 33-36.)

 

40- Şüphesiz o (tehdit edildikleri azap) onlara ansızın gelecek de kendilerini şaşkınlıktan dondurup bırakacak. Artık ne onu geri çevirmeye güçleri yetecek, ne de kendilerine göz açtırılacak. (Kur’an, Enbiyâ 21/ 40.)

32- Onları, (denizde) bir dalga gölgelikler gibi kapladığında, dini Allah’a has kılarak O’na yalvarırlar. Allah, onları kurtarıp karaya çıkarınca, onlardan bir kısmı orta yolu tutar. Bizim âyetlerimizi ise ancak son derece kaypak, son derece nankör olanlar inkâr eder. (Kur’an, Lokman 31/ 32.)

7-8-9-10- Gözler kamaştığı, ay karanlığa gömüldüğü, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman, o gün insan “kaçış nereye?” diyecektir. (Kur’an, Kıyamet 75/ 7-10.)

 

Tanrı insanı, yaşamına yön vermesi, hür iradesiyle seçimler yapması ve doğru yolda ilerleyebilmesi adına belli başlı bilişsel dinamiklerle birlikte yaratmıştır. Aşağılık duygularının derinleşerek patolojik bir kompleks haline gelmediği şartlarda, bireyin çabalarının yönünü belirleyerek toplumun gelişimini ve ilerlemesini sağladığı, motive edici kuvvet olduğu durumlardaki anlamlı katkısı üzerine iyi düşünülmelidir. Dolayısıyla Bireysel Psikoloji’nin yaşamın yönünü belirlemedeki en önemli bilişsel dinamiklerden bir tanesi olan aşağılık duygusunu tanımlayarak, bireyin kendini daha iyi tanıması yönünde insanlığa ve psikoloji bilimine anlamlı bir katkı sağlamış olduğunu söylemek mümkündür.

• Makale Ali Engin Uygur’un “Din Psikolojisi Açısından “Alfred Adler Psikolojisi’nin Değerlendirilmesi” başlıklı yüksek lisans tezinden alıntılanmıştır. Tüm Telif Hakları Saklıdır.

FREUD’UN DİN VE TANRI GÖRÜŞÜNÜN ŞEKİLLENMESİNE ETKİ EDEN AKIMLAR

Freud’un gelişim döneminin dine bakışının şekillenmesi açısından olumsuz bir ortam oluşturduğunu daha önce belirttik. Freud’un kendi yöntemiyle, onun hayatını ve özellikle çocukluk dönemini inceleyen Ana Maria Rizzuto, Freud’un “kendi bireysel dini gelişimini evrensel normlar haline dönüştürerek genelleştirdiğini” söylerken, Freud’un büyüdüğü ortamın Tanrı’ya inanmak için uygun olmadığını ve kendi tecrübelerini evrensel doğrular olarak değerlendirdiğini söylemektedir.[1] Bu bilgiler ışığında Freud’un aile ortamındaki gelişimine, çağının etkilendiği akımların ve aldığı eğitimin de yansıdığını düşünerek, teorisinin nasıl şekillendiğini ve bunun din ve Tanrı görüşüne nasıl etki ettiğini anlamaya çalışacağız.

  1. yüzyıl, beşeri bilimlerin, doğa bilimi olarak kabul edilip şekillenmeye başlaması açısından büyük önem taşımaktadır. Darwin, 1859 yılında ‘Türlerin Kökeni’ isimli çalışmasını yayınlayarak insanoğlunun hayvanlar dünyası içindeki daha kompleks bir hayvan olduğu gibi radikal bir iddiayı ortaya atana kadar, insanın mevcut formunda yaratılmış olan ve ruha sahip bir canlı olduğu düşünülmekte ve bu nedenle de hayvanlardan ayrı tutulmaktaydı. Böyle bir iddia insan üzerinde doğa bilimleri çizgisinde çalışmalar yapılabilmesinin önünü açmış oldu. Psikoloji biliminin temellerini atan Gustav Theodor Fechner ise 1860’da, insan zihninin laboratuar ortamında bilimsel açıdan incelenebileceğini ve sayısal veriler elde edilebileceğini ortaya koydu. Psikoloji bu şekilde deneysel bir bilim olarak kabul edilebilmiş, kendine doğa bilimleri arasında yer bulabilmişti. Biyoloji ve modern genetik bilimi ise Louis Pasteur ve Robert Koch’un mikroplar ile ilgili yaptığı araştırmalarla ve Gregor Mendel’in bahçe bezelyesi üzerine yaptığı çalışmalar sayesinde çok önemli bulgular elde etti. Tüm bu bilimsel buluşları, fiziksel sistemler arasındaki enerji değişikliklerini ortaya koyan dinamikleri keşfeden Herrmann von Helmholtz’un enerjinin korunumu yasası izledi.[2] Ardı ardına gelen pek çok alandaki tüm bu gelişmeler, yaşamla ilgili bilimler açısından görüşlerin yeni baştan şekillenmesini, bilim, felsefe ve teknoloji gibi pek çok alanda yeni teorilerin ortaya atılıp yeni buluşlar yapılmasını ve tüm bu değişimlerin insan hayatına doğrudan etki etmesini sağladı.

Bu gelişmeler ışığında, 19. yüzyıl’da doğa bilimlerinin insana yönelttiği yeni bakışa göre, mekanist evrimci felsefe son derece popüler olmuş, yapısalcı ve davranışçı ekoller insanı bir makine benzeri varlık olarak ele almaya başlamış, insan zihni ise temel elementlerine indirgenerek pozitivist ve materyalist terimlerle araştırılmaya başlanmıştı. Tüm bu mekanik geleneğin, aldığı eğitime de yansımasıyla bu görüşlerden oldukça etkilenen Freud, tüm fenomenlerin evrensel bir sebebinin olması gerektiği anlayışından yola çıkarak, kendi teorisini de bu geleneğin üzerine şekillendirdi. Bütün ruhsal olayların ve rüyaların belirleyici bir sebebi olduğuna inanan Freud, en ufak bir düşüncenin dahi şans eseri ya da özgür irade sayesinde ortaya çıkamayacağını, tüm davranışlar için mutlaka bilinçli veya bilinçdışı bir güdünün olması gerektiğini savunmaktaydı. Böylece Freud’da insan zihnini indirgemeci bir yaklaşımla ele alarak karmaşık sayılabilecek davranışları dahi basit, biyolojik kökenler üzerinden yorumlama eğilimi doğmuştu.

Freud’un bilimsel pozitivist görüşün etkisiyle her şeyi fizyolojik bir nedene bağlama eğilimi, ruhsal alan hakkında yaptığı izahlara da yansımıştır. Ruhsal alanı biyolojik kökenli olarak açıklayabilmek için, bunu cinsel kaynağa indirgeyebileceğini ve bu şekilde fizyolojik bir temel bulabileceğini düşündü. Hatta buna dayanarak sevgi kavramının da cinsel bir nesneye yönelen fizyolojik kaynaklı bir güdü olduğunu savundu. Bu temellendirmeleriyle Freud, anatomik temelden hareket edip psikolojiyi fizyolojik bilim anlayışına entegre ediyor ve insan ruhunu bir makine veya zihinsel bir aygıt olarak nitelendiriyordu.[3]

Din ve Tanrı hakkındaki görüşlerini sergilerken de kendi kişilik teorisinden yararlanan Freud, burada da genellikle fonksiyonel ve indirgemeci bir yol izlemiş, bu doğrultuda dini kimi zaman bir obsesif davranış, kimi zaman çocukluk arzularının tatmini, kimi zaman da yanılsama olarak nitelendirmiştir. Kendi yaşamından dinin ve Tanrı’nın etkinliğini çıkaran Freud, bilimin gelişmesiyle insanlığın din yanılsamasından kurtulacağını, dinin bu sebeple bir süre daha insanlık üzerindeki etkinliğini devam ettirdikten sonra ortadan kaybolacağını iddia etmiştir.[4]

Freud’un teorisinin oluşumu ile din ve Tanrı hakkındaki düşüncelerinin bu doğrultuda şekillenmesinin nedenlerini incelerken özellikle 19. yüzyılda öne çıkarak Freud’u derinden etkileyen üç bilim adamının görüşlerinin onun için ayrı bir önem taşıdığını söyleyebiliriz. Bu bilim adamları, evrimsel bir felsefenin oluşumuna etki eden Charles Darwin, Feuerbach ve insanların duyu organlarının bir makine gibi işlediğini varsayarak determinist yaklaşımlar üzerinde duran Herrmann von Helmhotz’dür.

[1]Köse, Ali, Freud ve Din, İz Yayıncılık, İstanbul (2012), s. 59. (A. Rizzuto, Why Did Freud Reject God, s. 264-270)

[2]Hall, S. Calvin, Freudyen Psikolojiye Giriş, İstanbul (2010), s. 15, 16.

[3]Köse, Ali, Freud ve Din, İz Yayıncılık, İstanbul (2012), s. 60.

[4]Köse, Ali, Freud ve Din, İz Yayıncılık, İstanbul (2012), s. 62.

  • Makale Ali Engin Uygur’un “Din Psikolojisi Açısından “Alfred Adler Psikolojisi’nin Değerlendirilmesi” başlıklı yüksek lisans tezinden alıntılanmıştır. Tüm Telif Hakları Saklıdır.

Ölüm Korkusu

ölüm korkusu ölüm korkusu ölüm korkusu ölüm korkusu ölüm korkusu ölüm korkusu ölüm korkusu ölüm korkusu ölüm korkusu ölüm korkusu ölüm korkusu ölüm korkusu ölüm korkusu ölüm korkusu ölüm korkusu ölüm korkusu ölüm korkusu ölüm korkusu ölüm korkusu ölüm korkusu

Varoluş Kaygısı

varoluş kaygısı

varoluş kaygısıvaroluş kaygısıvaroluş kaygısıvaroluş kaygısıvaroluş kaygısıvaroluş kaygısı

varoluş kaygısı

varoluş kaygısıvaroluş kaygısıvaroluş kaygısıvaroluş kaygısıvaroluş kaygısıvaroluş kaygısı

varoluş kaygısı

varoluş kaygısıvaroluş kaygısıvaroluş kaygısıvaroluş kaygısıvaroluş kaygısıvaroluş kaygısı

varoluş kaygısı

varoluş kaygısıvaroluş kaygısıvaroluş kaygısıvaroluş kaygısıvaroluş kaygısıvaroluş kaygısı

Yaşama Anlam Arayışı

Yaşama Anlam Arayışı v Yaşama Anlam Arayışıdeneme

deneme yazısıdır. deneme yazısıdır.deneme yazısıdır.deneme yazısıdır.deneme yazısıdır.

deneme yazısıdır.deneme yazısıdır.deneme yazısıdır.

deneme yazısıdır. deneme yazısıdır.deneme yazısıdır.deneme yazısıdır.deneme yazısıdır.

deneme yazısıdır.deneme yazısıdır.deneme yazısıdır.

deneme yazısıdır. deneme yazısıdır.deneme yazısıdır.deneme yazısıdır.deneme yazısıdır.

deneme yazısıdır.deneme yazısıdır.deneme yazısıdır.

Small_2Real_Wallpaper_shutterstock_82847521